Bu cinayet sayılır mı? Vagon ikilemi
Bu cinayet sayılır mı?
Günümüzde dahi tartışmalara konu
olan Vagon ikilemi basitçe, yaşanacak bir olaya müdahale etmenin sonucunda yaşanacakların
sorumluluğunun müdahaleyi yapan kişiye ait hale gelmesiyle ilgilidir. “Ahmet,
kör olduğunu bildiği Mehmet’in bir uçuruma doğru yürüdüğünü görüyor, ama ondan
hoşlanmadığı için aşağıya yuvarlanmasına göz yumuyor. Bu cinayet sayılır mı?”
sorusunu sorgulamak adına bu ikilem ile yazıya giriş yapıyorum.
En basit ve popüler vagon ikilemi
konseptini açıklamak gerekirse: Son hızda giden bir tren, trenin birazdan
varacağı bir makas ve makasın iki tarafında da insanlar bulunsun. Makasın hemen
önünde trenin gireceği yolu değiştiren bir manivela (kol) olsun ve siz de uzak
olmayan bir mesafeden yaşanacakların farkında olarak treni izliyor olun. Tren
şu an 5 kişinin raylara iple bağlandığı yola girecek ve o 5 kişi ölecek. Ancak
eğer manivela ile trenin yönünü değiştirirseniz, tren makasın diğer yönünde
bulunan ve aslında ölmeyecek olan 2 kişinin bağlı olduğu yola girecek ve onları
öldürecek. Normalde ölecek olan 5 kişinin kim olduğunu bilmeden ve olay ile bir
alakanız yokken, diğer bilmediğiniz iki kişiyi öldüren olmak ister miydiniz?
Vagon ikilemi ilk kez 1967 yılında
Philippa Foot tarafından oluşturulmuş ve sonra Judith Jarvis Thomson tarafından
başka varyasyonları da oluşturulmuştur.
Bu durum için sorgulamamız
gereken birkaç nokta var. “Kaderine terk etmek” kavramı bunun başında geliyor. Bir
müdahale yapmadığımızda, insanları kendi kaderleri ile baş başa mı bırakırız,
yoksa orada bir eylem yapma şansımız olduğu için, onların kaderinin kötü bir
parçası mı oluruz? Eğer hayatıyla ilgili bir durumu değiştirme şansımızın
bulunduğu biri ile aynı ortamdaysak ve eğer ki az önceki soruya vereceğimiz
cevap “İnsanların hayatlarına müdahale edebilme şansına sahip olduğumuz an
onların kaderlerinin bir parçası haline geliriz” ise, burada Kant’ın Ödev ahlâkından
bahsetmemiz gerecektir.
Kant’a göre; duygulardan, hislerden
ve arzulardan bağımsız olarak bireyin evrensel ahlak yasalarına göre davranması
gerekir. Evrensel ahlak yasaları, akıl ile düşünülerek bulunur ve yapılacak
eylemin herkesin uyacağı ortak ve mantığa dayalı bir eylem olması gerekir.
Burada en önemli noktalardan biri de şudur ki, bir eylemi yapma şansımız varken
yapmak zorundayızdır. Bunun aksi bir durumda ahlaksız sayılırız. Bu duruma çok
fazla eleştiri yapılabilir, örneğin varoluşçuluk.
Varoluşçulara göre ahlak
bireyseldir, özgür seçim ve sorumluluk temellidir. İnsan, kendi anlamını ve
değerlerini yaratır. Özgürlük, sorumluluk alındığı takdirde sınırsızdır ve bireyin
aldığı sorumluluklar kendisine olduğu gibi toplum için de önem taşır. Fakat tekil bir evrensellikten ziyade özgürlük ön plandadır.
Hala yaklaşan treni izlemekteyiz,
bir şeyler yapmamız için son şans, tren inanılmaz bir hızla yaklaşıyor! “Şimdi
özgür bir irademin olup olmadığını da düşünürdük ama zaman yok. Ne yapmalı, ne
yapmalı… Yapmaktan mutlu olacağım şeyi mi yapmalıyım? Ya yapacağımın doğru
olduğunu belirleyen şey, topluma sağladığı fayda ise? Ya manivelayı çekmezsem o
2 kişinin değil şu 5 kişinin katili oluyorsam? Ooo piti piti yapsam? Ahh
saçmalamamalıyım, sanırım manivelayı çekiyorum…” Ve makası değiştirdik…
Ölen 2 kişi, bizimle ilgili ne
düşünürdü acaba? Daha az ölüm yaşanması için kendilerinin feda olmalarından
onur mu duyarlardı? Ölmeyecekleri halde bu gidişata burnumuzu soktuğumuz için bizi
kendi katilleri olarak mı düşünürlerdi? Yoksa bizi, kaderi veya kendilerini
suçlamadan; o an orada bulunup bu olayı yaşamalarını Epiktetos’un şu sözleriyle
mi yorumlayacaklardır:
“Geminin kaptanını, tayfasını ve
yolculuk zamanını belirleyebilirsin. Ancak sonra bir fırtına kopar. Senin
üzerine düşen yalnızca sana ait olanı korumaktır. Gerisi ise kaptanın
görevidir. Gemi batarsa, ne yapabilirsin? Yalnızca elinden geleni. Korkuya kapılmadan,
çığlık atmadan, Tanrı’yı suçlamadan ve var olan her şeyin bir gün mutlaka yok
olacağını bilerek; sonsuz bir varlık değil, küçücük bir insan olduğun için
tıpkı herhangi bir günün herhangi bir saati gibi sıran geldiğinde hazır olmalı
ve sona ermen gerektiğinde sona ermelisin…”
Bunca olaydan sonra, son sorumuza gelelim… “Ahmet, kör olduğunu bildiği Mehmet’in bir uçuruma doğru yürüdüğünü görüyor, ama ondan hoşlanmadığı için aşağıya yuvarlanmasına göz yumuyorsa, bu bir cinayet sayılır mı?” Kanaatimce, Ahmet aldığı bu karar için hangi gerekçeyi sunarsa sunsun, değişmeyecek bir şey vardır. İnsan sorularla yaşar, fikirler değişir ancak geçmiş değişmez. Ölüm yaşandıktan sonra pişmanlığın bir çaresi yoktur. Belki doğrudan bir cani, bir katil değildir ama Ahmet bir ölüme göz yummuştur. Mehmet’in görmemesi, Ahmet’in bu yaptığını meşrulaştırmaz. Çünkü Ahmet görüyordu… Bu durumda Mehmet, aynı vagon ikileminde olduğu gibi kendisine sorulmadan alınan bir kararın sonucunu yaşadı. Aşağı düşerken, raylara bağlı kişilerin düşündüklerini düşünmüştür belki de, kim bilir…
Verdiğim bilgiler için gözden geçirdiğim kitap: Felsefe 101, Say Yayınları
Farklı isimlerden alıntı yapması ve herkesin anlayabileceği bir dil kullanmış Kadir. Sonucuna bende katılıyorum. Ahmet'in Mehmet'in ölmesine izin vermesi nin kabul edilebilir yanı yok. Vagon ikilemi örneğini çok beğendim
YanıtlaSilGerçekten çok donanımlı bir yazı olmuş. Beni içine çekmeyi başardı ve gayet güzel bir dille anlatılması anlamama yardımcı oldu. Çıkarımında kesin bir kanıya varmışsın. Bence bu konuda kesin bir kanıya varmak çok zor, çünkü bu konuda birden çok faktörün olduğunu düşünüyorum. Örneğin bireyin akıl ve ruh sağlığı.
YanıtlaSilBu konu hakkında yazı yazarken Kant hakkında konuşmanı beğendim , diğer okuduğum yazıda görememiştim. Gayet ayrıntılı bilgi verici ve sade olmuş çok beğendim
YanıtlaSilEvet!
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilSonuç kısmın gerçekten çok mantıklı ve kesinlikle katılıyorum ancak bir sorum olacak: Evet, ölüm geri gelmeyecek ve Ahmet'in yaptığı asla meşrulaştırılamayacak. Peki ya ölecek veya öldürülecek kişi de birini öldürmüşse bu sefer ne yapmalı? Bu yine de ölüme göz yummak ya da cinayet midir yoksa hak edilmiş bir ceza mı?
YanıtlaSilBu düşünce aslında idam tartışması ile oldukça ilişkili. Öldüren kişinin öldürülmesinin gerçek bir ceza olduğunu düşünmüyorum. İnsanlar sorunlarını öldürmek veya ölüme göz yummak ile çözecek olursa eğer asayiş sorunu fazlasıyla artabilir. Öldürmekle ilgili olarak insanların belirlediği kendi ahlaki çerçevelerinde bana kalırsa öldürmekle ilgili asla açık bir uç olmamalı. Devlete gelince, ölümün gerçek bir ceza olduğundan ve caydırıcılığından emin değilim. Bu tarz suçlar işleyen insanlar, hapishanelerde ağır şartlar altında çalıştırılmak gibi cezalar almaları daha hoş olur.
SilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilKadir, yazdığın yazı gerçekten çok bilgilendirici. Kant'ın ahlak felsefesi ile varoluşçuluğun karşıtlığını göstermene bayıldım! Bizi bir paragrafta manivelayı çeviren adamın yerine koyman ayrıca güzel olmuş. Fakat bu yanıtının ve araştırmanın soruyu tam cevapladığını düşünmüyorum. Bir tarafta sadece bir insan söz konusuyken diğer tarafta birkaç insan söz konusu. Bir de adamın arkadaşını uçurumdan yuvarlanmasına göz yumduktan sonraki iç dünyasındaki suçluluk duygusunu yazabilirdin. Daha sonra o konuyu zenginleştirmek için Suç ve Ceza'ya bağlayabilirdin.
YanıtlaSil