Bu cinayet sayılır mı? Vagon ikilemi

Kadir Göktuğ Üver - 208
 

Bu cinayet sayılır mı?

Günümüzde dahi tartışmalara konu olan Vagon ikilemi basitçe, yaşanacak bir olaya müdahale etmenin sonucunda yaşanacakların sorumluluğunun müdahaleyi yapan kişiye ait hale gelmesiyle ilgilidir. “Ahmet, kör olduğunu bildiği Mehmet’in bir uçuruma doğru yürüdüğünü görüyor, ama ondan hoşlanmadığı için aşağıya yuvarlanmasına göz yumuyor. Bu cinayet sayılır mı?” sorusunu sorgulamak adına bu ikilem ile yazıya giriş yapıyorum.

En basit ve popüler vagon ikilemi konseptini açıklamak gerekirse: Son hızda giden bir tren, trenin birazdan varacağı bir makas ve makasın iki tarafında da insanlar bulunsun. Makasın hemen önünde trenin gireceği yolu değiştiren bir manivela (kol) olsun ve siz de uzak olmayan bir mesafeden yaşanacakların farkında olarak treni izliyor olun. Tren şu an 5 kişinin raylara iple bağlandığı yola girecek ve o 5 kişi ölecek. Ancak eğer manivela ile trenin yönünü değiştirirseniz, tren makasın diğer yönünde bulunan ve aslında ölmeyecek olan 2 kişinin bağlı olduğu yola girecek ve onları öldürecek. Normalde ölecek olan 5 kişinin kim olduğunu bilmeden ve olay ile bir alakanız yokken, diğer bilmediğiniz iki kişiyi öldüren olmak ister miydiniz?

Vagon ikilemi ilk kez 1967 yılında Philippa Foot tarafından oluşturulmuş ve sonra Judith Jarvis Thomson tarafından başka varyasyonları da oluşturulmuştur.

Bu durum için sorgulamamız gereken birkaç nokta var. “Kaderine terk etmek” kavramı bunun başında geliyor. Bir müdahale yapmadığımızda, insanları kendi kaderleri ile baş başa mı bırakırız, yoksa orada bir eylem yapma şansımız olduğu için, onların kaderinin kötü bir parçası mı oluruz? Eğer hayatıyla ilgili bir durumu değiştirme şansımızın bulunduğu biri ile aynı ortamdaysak ve eğer ki az önceki soruya vereceğimiz cevap “İnsanların hayatlarına müdahale edebilme şansına sahip olduğumuz an onların kaderlerinin bir parçası haline geliriz” ise, burada Kant’ın Ödev ahlâkından bahsetmemiz gerecektir.

Kant’a göre; duygulardan, hislerden ve arzulardan bağımsız olarak bireyin evrensel ahlak yasalarına göre davranması gerekir. Evrensel ahlak yasaları, akıl ile düşünülerek bulunur ve yapılacak eylemin herkesin uyacağı ortak ve mantığa dayalı bir eylem olması gerekir. Burada en önemli noktalardan biri de şudur ki, bir eylemi yapma şansımız varken yapmak zorundayızdır. Bunun aksi bir durumda ahlaksız sayılırız. Bu duruma çok fazla eleştiri yapılabilir, örneğin varoluşçuluk.

Varoluşçulara göre ahlak bireyseldir, özgür seçim ve sorumluluk temellidir. İnsan, kendi anlamını ve değerlerini yaratır. Özgürlük, sorumluluk alındığı takdirde sınırsızdır ve bireyin aldığı sorumluluklar kendisine olduğu gibi toplum için de önem taşır. Fakat tekil bir evrensellikten ziyade özgürlük ön plandadır.

Hala yaklaşan treni izlemekteyiz, bir şeyler yapmamız için son şans, tren inanılmaz bir hızla yaklaşıyor! “Şimdi özgür bir irademin olup olmadığını da düşünürdük ama zaman yok. Ne yapmalı, ne yapmalı… Yapmaktan mutlu olacağım şeyi mi yapmalıyım? Ya yapacağımın doğru olduğunu belirleyen şey, topluma sağladığı fayda ise? Ya manivelayı çekmezsem o 2 kişinin değil şu 5 kişinin katili oluyorsam? Ooo piti piti yapsam? Ahh saçmalamamalıyım, sanırım manivelayı çekiyorum…” Ve makası değiştirdik…

Ölen 2 kişi, bizimle ilgili ne düşünürdü acaba? Daha az ölüm yaşanması için kendilerinin feda olmalarından onur mu duyarlardı? Ölmeyecekleri halde bu gidişata burnumuzu soktuğumuz için bizi kendi katilleri olarak mı düşünürlerdi? Yoksa bizi, kaderi veya kendilerini suçlamadan; o an orada bulunup bu olayı yaşamalarını Epiktetos’un şu sözleriyle mi yorumlayacaklardır:

“Geminin kaptanını, tayfasını ve yolculuk zamanını belirleyebilirsin. Ancak sonra bir fırtına kopar. Senin üzerine düşen yalnızca sana ait olanı korumaktır. Gerisi ise kaptanın görevidir. Gemi batarsa, ne yapabilirsin? Yalnızca elinden geleni. Korkuya kapılmadan, çığlık atmadan, Tanrı’yı suçlamadan ve var olan her şeyin bir gün mutlaka yok olacağını bilerek; sonsuz bir varlık değil, küçücük bir insan olduğun için tıpkı herhangi bir günün herhangi bir saati gibi sıran geldiğinde hazır olmalı ve sona ermen gerektiğinde sona ermelisin…”

Bunca olaydan sonra, son sorumuza gelelim… “Ahmet, kör olduğunu bildiği Mehmet’in bir uçuruma doğru yürüdüğünü görüyor, ama ondan hoşlanmadığı için aşağıya yuvarlanmasına göz yumuyorsa, bu bir cinayet sayılır mı?” Kanaatimce, Ahmet aldığı bu karar için hangi gerekçeyi sunarsa sunsun, değişmeyecek bir şey vardır. İnsan sorularla yaşar, fikirler değişir ancak geçmiş değişmez. Ölüm yaşandıktan sonra pişmanlığın bir çaresi yoktur. Belki doğrudan bir cani, bir katil değildir ama Ahmet bir ölüme göz yummuştur. Mehmet’in görmemesi, Ahmet’in bu yaptığını meşrulaştırmaz. Çünkü Ahmet görüyordu… Bu durumda Mehmet, aynı vagon ikileminde olduğu gibi kendisine sorulmadan alınan bir kararın sonucunu yaşadı. Aşağı düşerken, raylara bağlı kişilerin düşündüklerini düşünmüştür belki de, kim bilir…

Verdiğim bilgiler için gözden geçirdiğim kitap: Felsefe 101, Say Yayınları

Tarih: 6 Ekim 2024
Yazan : Kadir Göktuğ Üver - 208